top of page
Yazarın fotoğrafıKerem Odabaşı

Beyin göçü mü beyinlerin gücü mü?

Bilgi çağı ve ardından gümbür gümbür gelen uzaktan iletişim ve etkileşim çağına girdiğimiz bu yeni dönemde özellikle ülkemizi olumsuz etkileyen beyin göçü konusunda yaklaşımımız ne olmalı?


Babamın en büyük kardeşi Halis Amcam çok başarılı bir atom fiziği profesörüymüş. Ne yazık ki “miş” diyorum çünkü çok uzun yıllar önce Amerika’ya göçtüğü, orada ailesini kurarak ömrünün sonuna kadar orada yaşadığı için kendisiyle etkileşimimiz çok sınırlı kalmış, bu değerli yönünü yeterince keşfetme şansım olamamıştı. Vefatından yıllar sonra dünyaca ünlü hocası Prof. Condon ile beraber kaleme aldıkları “Atomic Structure" kitabının varlığını öğrendim. Amcamın ölümünden yıllar sonra bu kitabı Amazon.com’dan sipariş ederek ilk defa elime alma şansım oldu. Ne yazık ki ilgi duyan bir yeğen, araştırmacı bir mühendis olarak bu değerli kitap üzerinden bilgi alışverişinde bulunmak, yılların hasretini gidermek için çok geçti artık.


Bu değerli insanlarımızı neden ülkemize kazanamadık? Belli bir süre eğitim ve deneyim için gitmeleri çok güzel de neden geri dönebilecekleri ve kazanımlarını burada yeşertebilecekleri ortamı sağlayamıyoruz?

Amcamın da henüz TÜBİTAK kurulmadan önce Türkiye’ye bir çok kez geldiğini, 1971-80 arasında Boğaziçi Üniversitesi’nde ders verdiğini, dönemin siyasi ve bürokratlardan aldığı araştırma enstitüsü kurulması sözünün tutulmadığı için yeniden geri döndüğünü de duymadım değil ailemden.


2002’de İTÜ bilgisayar mühendisliğinden mezun olduktan sonra burslu olarak Hollanda’da TU-Delft’de yüksek lisansımı yapma şansım oldu. Sonrasında yine Hollanda’da uluslararası bir firmada kendi sunduğum inovatif bir projede çalışmaya başladım. Dört senenin ardından kariyerimin önünün açık olmasına rağmen Türkiye’ye geri göç kararı nasıl şekillenmişti…



O dönemde eğitim ve kültürel anlamda batıdan iyice beslenmiş olmakla beraber doğu kültürünü merak edip, bu eksikliğe karşı bir açlık hissediyordum. O nedenle Türkiye’de kendi düzenimi kurmadan önce yüzümü doğuya döndüm; Orta Asya’nın göçebe çadırlarından Japonya’nın usta zanaatlarına uzanan bir senelik kesintisiz keşif ve seyyahlık döneminin bugünkü vizyonuma çok şey kattığını itiraf etmeliyim (İlgili Haber Yazısı). Biz Türkler doğu ile batının ortak bir potada güçlü bir sentezi, tabiri caizse hibritiyiz. Bu iki köklü medeniyet kutubunun davranışlarımıza yansıyan olumlu yönlerini güçlendirip dezavantajlarını elimine edebilsek çok şey mümkün olacak… Stratejik öneme sahip bu anlayışı da baka bir yazımda detaylı açmak isterim.


Yurda dönüş yolunda Amerika’nın Newyork’u Türkiye’nin Istanbul’u ise, Türkiye’nin

yaratıcı teknolojiler ve yeni başlangıçların (startuplar) merkezi, San Francisco’su neresi olabilir sorusunu sordum kendime. Trafikten ve stresten uzak yapısı, önemli bir liman şehri olması, tarihten gelen renkli kozmopolit kültürü ve İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü gibi teknik potansiyellerini göze alarak oranın İzmir olabileceğini düşünüp, İzmir’e demir attım. O günden bu güne, son 10 sene içerisinde, İzmir bu potansiyelini ortaya çıkarabildi mi peki? Son yıllarda ulusal çapta beyin göçü aldığı ve birkaç teknoloji firmasının çalışanlarına alternatif yaratmak için İzmir’e ofis açtıkları bir gerçek ancak uluslararası platformda birkaç merkezden biri olma yolundan uzak ne yazık ki.


Beyin göçünün önüne geçilebilmesi ve değerli beyinlerin yurda geri dönüşünü sağlamak için uzun uzun fikir önerilerinde bulunmak mümkün. Bu yaklaşım devletimizin öncelikli politikaları arasında yerini alıp, stratejik ve sürdürülebilir olarak devam ettirilmeli tabiki. Ancak bugünden yarına ülkemizin sunduğu mevcut ortam kalitesi ve imkanlar hızla değiştirilerek bu akıntının yönü tersine çevrilebilir mi?


Mevcut imkanlarımızı bir anda dönüştürmek, alt yapı ve fiziki (hardware) gelişimi de gerektirdiği için bir anda mümkün değil. Öncelikle anlayışımızı (software) değiştirmemiz gerekiyor ve bunun etkisini de bir anda katlamamız, ölçeklendirebilmemiz (scalability) pekala mümkün.


Nasıl mı?

Anlayışımızı fizikselliğin ortaya koyduğu sınırlardan arındırmakla başlayabiliriz.


Eskiden fiziksel uzaklık, akıldan da gönülden de ıraklığı getiriyordu. Bunun örneğini teknolojik iletişim imkanlarının sınırlı olduğu dönemle kendi ailemizde yaşadık. Ancak günümüzde yurtdışında yaşayan bir çok arkadaşımın benden daha iyi Türkiye gündemini online haber ve sosyal medyadan takip ettiğini görüyorum. Yaşam düzenini orada kurmuş olsa da, anlık gelişmelerden ilk haberdar olacak şekilde akıl ve gönül bağını koruması mümkün olabiliyor. Bir önceki asırla kıyaslandığında yurttan alınan haber hızı haftalardan milisaniyelere düşmüş durumda.



Peki bu değerli “beyin” fiber kablolar üstünden ışık hızında sınırlar ötesi iletişim kurabiliyorsa fiziksel olarak başka bir yerde olması eskisi kadar büyük bir dezavantaj mı? İşte bu noktada anlayışımızı (software) güncellememiz gerekiyor. Bu fiziksel uzaklığın ortaya koyduğu dezavantaj minimize edilip bir avantaja bile dönüştürülebilir? Belki…


İletişim ağı kurma anlamına gelen, “networking” kavramı gündelik sosyal hayattan, günümüz iş dünyasına hepimizin bildiği ve içselleştirdiği bir davranış biçimi halini aldı. Düşününki dünyanın her yerinde, her üniversitesinde, her startup ve dev kurumunda kendi lokal network’e sahip bir bağlantınız var. Ve bu kişi esas kalbinin attığı ülkesinin sosyal ve ekonomik ilerlemesi hedefiyle sizinle bilgi alışverişinde bulunuyor, iş paslıyor, ürün alıyor, iş birliği kuruyor…



Hatta dünyanın öbür ucundan sizin firmanız için tam zamanlı olarak çalışıyor, yazılım yazıyor, pazarlama aktivitelerinde bulunuyor veya yeni otonom aracınızın endüstriyel tasarımını yapıyor. Ve bunları yaparken teknolojinin bütün etkileşim araçlarını kullanıyor. 5G teknolojisiyle beraber haberin gelişi, işin takibi, karşı tarafın reaksiyonu hızı yüz milisaniyelerden 1 milisaniyenin altına düşmüş olacak. Bu noktaya geldiğimizde anlayışımız (software) bu donanımsal teknolojik güçten en büyük faydayı çıkaracak şekilde yapılanmış olması gerekiyor.



Gelin bu günden itibaren göçmüş beyinlerimizi bu sosyal ve iş networkümüze nasıl dahil ederiz, onlarla beraber uzaktan da olsa ülkemiz için nasıl bir ekonomik değer veya sosyal fayda üretebiliriz, bunların sonucunda bu özel beyinlere nasıl imkanlar sunabiliriz buna odaklanalım.


"Ne en güçlü olan tür hayatta kalır, ne de en zeki olan... Değişime en çok adapte ola

bilendir, hayatta kalan" -Charles Darwin


Batı ve doğu senteziyle ortaya çıkan adaptasyon yeteneklerimiz çok güçlü. Yeter ki bu yetenegimizi organize ve stratejik düşünceyle ortak faydaya dönüştürebilelim.

413 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page